28 Ağustos 2011 Pazar

LAHANA YEMEKLERİ TARİHİ

lahana

lahana,  lahana yemekleri, lahana yemek tarifleri

Cömert tabiat ananın bizlere sunmuş olduğu gıdaların başında lahana da var ve tam bir vitamin deposu, doğal bir eczane olan bu sebze, insanların kendisini keşfetmesinden bu yana geliştirilen yüzlerce yeni türüyle mutfaklardaki önemini sürdürüyor.

İnsanların ateşi keşfedip onu kullanmasını öğreninceye kadar sadece doğada kendiliğinden yetişen sebze ve meyveleri toplayıp yiyerek hayatta kalmayı başardıklarını biliyoruz. ‘Toplayıcılık’ denen bu dönemden sonra insanlar sebze ve meyveye de müdahale etmeye, onları ekip biçmeye başlamış. Tarım dediğimiz bu faaliyetler sonucunda, insanlık tarihinde ‘tarım toplumu’ denilen yeni bir dönem ortaya çıkmış. İnsanlar tarım sayesinde her sebzenin neye iyi geldiğini kendi tecrübeleriyle öğrenmişler. Mesela soğuk bölgelere yerleştikleri için hastalıklar karşısında daha dayanıksız olan insanlar, lahananın hastalıklara karşı ne kadar etkin olduğunu hemen keşfetmişler.

Günümüzde hiç işlenmeye gerek kalmadan doğrudan tüketilebilen doğal gıdaların önemi bir kez daha anlaşılıyor. Teknolojinin gelişmesi, nüfusun hızla artması sonucunda dünyanın her yanında insanlar tek tip bir beslenme tarzı geliştirdiler. Bu, insanları tabiattaki çeşitlilikten uzaklaştırdı. Ayrıca, daha kısa bir sürede ve daha ucuza karın doyurmak isteyen insanlar, doğadaki kaynaklardan da uzaklaşmaya başladılar. Güzelim sebzeler, artık neredeyse sadece seralarda ve çoğu kez bir ‘aksesuar’ olarak yetiştiriliyor. Eskiden sadece kış mevsiminde çıkan ve dolayısıyla sadece kış mevsiminde pişirilen, bu nedenle de uzun bir süre özlemle beklenen kış yemeklerinin tarifleri de hatırlanmaz oldu.

lahana: SARAYIN GÖZDE YEMEĞİ


Birçok yöremizde ‘kelem’ de denilen lahana, unutulmadı ama kendisinden yeterince yararlandığımız da söylenemez. Yabani lahana ilk kez Akdeniz kıyılarından Kuzey Avrupa’ya kadar bir alanda görüldü. Onun ne kadar faydalı bir sebze olduğunu anlayan insanoğlu, yabani lahanadan 400 kadar yeni tür üretti. Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluğu gibi, yaşadıkları dönemin en zenginleri olan devletler, lahanayı hem beslenmede hem de tedavide yoğun şekilde kullandılar. Romalı Marcus Porcius Cato, Latinlerin asırlarca hekim geçinmelerinin sebebinin, lahananın yararlarını bilmeleri olduğunu söyledi. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in ‘Fatih Devri Yemekleri’ kitabında yer alan saray mutfakları envanterindeki bilgiler, lahananın sarayda en çok tüketilen sebze olduğunu ortaya çıkardı. Sultan III. Selim’in sırf lahanayı övmek için bir ‘Methiye’ yazmış olduğunu da unutmayalım. Feyzi Halıcı’nın Çağrı Dergisi’nde yayımlanan bu şiirin sadece son dizesi bile padişahın lahanayı ne kadar çok sevdiğini anlatmaya yetecektir: “Helva sohbetinin lezzeti mi olur şayet bulunmazsa lahana”...

Öte yandan lahanayı sevmeyenler de oldu. Onda doğal olarak bulunan sülfürün kokusunu arıların üzüm bağlarına ya da arı kovanına taşıması endişesi ile çiftçiler lahanayı kendi arazilerinden uzak tuttular. Öyle ki Romalı soylu Lucullus, saldığı kokudan dolayı lahananın “asil sofralarına” alınmamasını istedi.

Tarihte lahana konusunda ironik bir olay da var. Rivayete göre ünlü filozof Diyojen, matematikçi Pisagor’un tavsiyesi üzerine bulabildiği her gün lahana yemiş. Filozof Aristippus ise lahanayı mutfağına hiç sokmamış. Tarihler Diyojen’in 90 yaşına kadar yaşadığını, Aristippus’un ise daha 40 yaşındayken öldüğünü yazıyor. Bunda lahananın rolü var mı bilemiyoruz. Ama Roma ve Osmanlı gibi iki görkemli sarayda boy göstermesine karşılık ‘asil sebzeler’ listesine pek sokulmamış olan lahananın, gelecekte layık olduğu yere yükseleceğini, bilinçlenen insanların, atalarının en önemli yaşam takviyesi olan bu güzel sebzeyi yeniden keşfedeceklerine inanıyoruz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder